Bu yazımın başlığı aslında “Yok edilen konservatuvarlar” olacaktı ama yakınlarda karşıma çıkan bir gazete haberi üzerine “Yolun Sonu” başlığında karar kıldım. Bu yazı aynı zamanda ülkemizde konservatuvarlarda yaşanan olayları, konservatuvarların sorunlarını ve sanat eğitiminin ülkemizde nasıl yok edildiğini irdelemeyi düşündüğüm bir yazı dizisinin de ilk yazısıdır. Yazının yanında bu kurumda çalıştığım dönemde öğrencilerimle yaptığım etkinliklerden ve gazete haberlerinden bir seçme koydum. Bazen bir fotoğraf binlerle kelimeden fazlasını söyler.
Hikâyemiz Antalya’da başlıyor
2007-2008 yılları arasında bir yıla yakın bir süre Akdeniz Üniversitesi Antalya Devlet Konservatuvarı’nda (AÜADK) müdürlük görevini üstlendim. Bu süreç, ikinci kez atanmak amacı ile seçimlere giren ve sonradan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Rektör Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın bu makamdaki son yılına rastladı. 2008 yılının Ağustos ayında Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne Akaydın’ın yerine Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe atandı. Aynı yılın 3 Eylül’ünde Rektör Kurtcephe, “kendi kadrosu ile birlikte çalışmak istediğini” belirterek, benden istifamı istedi. İki seçeneğim vardı: ya bu talebi kabul edip istifa edecektim ya da resmi olarak üç yıllığına atandığım bu görevin süresinin dolması için iki yıl daha bekleyecektim. Bu süreç içerisinde muhtemelen bürokratik saldırılara uğrayacaktım ki Rektör’ün internetteki sayfamda nitelikli bir çalgı alabilmek için destek arayışım hakkındaki tavrı ve sözleri bu anlayışı şimdiden haber verir nitelikteydi. Nitekim Kurtcephe’nin atanmasından sonra değişmeyen dekan, müdür, daire başkanı kalmadı. Bu makamlardaki hocalardan bazılarının kendilerine şantaj yapıldığını veya tehdit edildiklerini söyleyerek savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını da anımsıyorum. Ben, istifa etmemem hususunda bana tavsiyede bulunan dostlarımı dinlemedim ve aynı gün mesai saati bitimine az kala AÜADK Müdürlüğü’nden kendi rızam ile istifa ettim. Rektöre de açıkladığım üzere bu benim mesleki çalışmalarım için daha olumlu bir durumdu zira hem tam zamanlı Lise ve Lisans devreleri hem de müdürlüğüm sırasında açılmış olan Yarı Zamanlı İlköğretim kısmı ile konservatuvar müdürlüğü çok zamanımı ve enerjimi alıyordu. Rektör Bey’e istifamın Konservatuvar için de olumsuz sonuçları olacağını belirttim. Sergilenen tavırdan benim laflarımın boşa gittiği zaten belli idi. Ertesi sabah mesainin ilk dakikalarında müdürlüğü arayan Rektör Bey hesap sorar şekilde “İstifan nerede?” (“siz, biz” yoktu onun hitaplarında) diyordu. Belli ki önceki akşam mesai sonunda verdiğim istifa dilekçemden haberi olmamıştı. Aynı sabah yerime yıldırım hızı ile atanan müdür vekili hanım, kocası ile birlikte makam odasını boşaltmam için odanın kapısında beklemeye başlamıştı bile! Apar topar eşyalarımı toplayıp odayı boşalttım.
Bozulan masumiyet
Aradan iki hafta geçmişti ki samanlı kâğıttan bir zarf tarafıma imza karşılığı teslim edildi. Zarfın üzerinde bir de kırmızı renkli bir “GİZLİ” ibaresi vardı. Tebliğ, tebellüğ, sarı zarf gibi kavramları daha önce hiç duymamıştım. Rektör tarafından görevlendirilmiş bir incelemeci tarafıma bir dizi suç itham ederek 26.09.2008 tarihinde savunmamı yapmak üzere beni makamında bekleyeceğini bildiriyordu (17.09.2008/1983 sayılı yazı). Tarafıma yüklenen suçlar ise, hayatında ilk defa böyle bir zarf alan bir kişi olarak, tek kelime ile “şok” ediciydi. O sırada yaşadıklarımı, hissettiklerimi kelimelerle tarif etmekte hâlâ zorlanıyorum.
Zarfın içinden çıkan yazıda
“sekiz aylık öğretim yılının altı ayında şehir dışında ve yılın geri kalan aylarında da Amerika’da olmam nedeniyle mesaimi gerektiği gibi dolduramadığım”;
“altımda çalışan öğretmenleri olumsuz yönde etkileyerek çalışma performanslarının yükselmesine engel olduğum”;
“veli ve öğrencilerimle iletişim kurmayıp, onların ihtiyaçları ile ilgilenmediğim”;
“eşimi Lisans Diploması denkliği olmaksızın yabancı uyruklu öğretmen kadrosuna aldırdığım”;
“fakülte sekreteri ile işbirliği yaparak okulu maddi çıkarlarım için kullanıp zarara soktuğum”;
“okul statüsüne bilerek zarar verdiğim”;
“Üniversite Rektörlüğü’nün yazılarını kendi istediğim gibi yorumlayıp, öğrenci aleyhine karar verdiğim, hiçbir yönetmeliği, yönergeyi takip etmeksizin illegal olarak okulu yönettiğim”
ve
“yanlı jüri oluşturarak konservatuarda sınavlara şaibe karıştırdığım” suçlamaları yer alıyordu.
Hayatımın şokunu yaşıyordum desem yalan olmaz. Aklımın köşesinden geçmeyecek fiilleri işlediğim iddia ediliyordu. Bundan sonra geçen sürecin sağlığım üzerindeki etkilerine burada değinmeyeceğim. Şimdi savunma yapmam gerekiyordu ama hakkımda yapılan bu suçlamalar ile ilgili kanıt olarak tarafıma hiçbir belge verilmemişti. Yani onlara göre ben suçluydum ve kendi suçsuzluğumu kanıtlamak bana kalıyordu. Ben de sanıyordum ki “bireyler, suçları kanıtlanıncaya kadar, suçsuzdur!” Hani Amerikan filmlerinde öyledir ya…
İlk savunma
29.09.2008 tarihindeki savunmamda ifademe ek olarak 134 sayfa belge teslim ettim. Savunma sırasında tarafıma daha ayrıntılı ve ek sorular da yöneltildi. Hakkımda yapılan suçlamaların hepsi uydurmaydı. Bunların bazıları zaten belgeler ile kolaylıkla çürütülebilirdi ve öyle de oldu. Konservatuvar Müdürü olarak bırakın yurt dışını şehir dışına çıkarken bile Rektörlük makamının “olur” yazısı gerektiği için kaç gün ve hangi şartlarla şehir dışında bulunduğumu belgelemek zor olmadı. Müdürlük yaptığım yıl içinde kurumumu temsilen yaptığım üç yolculukta toplam sekiz (8) gün yolluklu yevmiyeli şehir dışında bulunmuştum. Kendi sanatsal etkinliklerim için de on beş gün izin almıştım. Bu günler için tarafıma yolluk ya da yevmiye ödenmemişti. Bu dönemde ABD’ye de hiç gitmemiştim. Yani tarafıma yöneltilen ilk suçlama bir iftira idi ve böyle olduğu belgelendi.
Bir başka suçlama eşim ile ilgiliydi. Kendisinin göreve başlaması benim müdürlüğümden önce konuşulmuş ve resmileştirilmişti ve YÖK’ün 20.05.2006/26173 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olan “Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”ine göre uzman olarak çalıştırılacak yabancılardan denklik belgesi istenmiyordu. Denklik belgesi de vardı zaten ama talep edilmemişti. Bunları belgelemek de zor olmadı. Yani ikinci suçlama da bir iftira idi.
Ek olarak sorulan sorularda, Konservatuvar’ın Lise Devresi’nde uygulanmakta olan yönetmeliğin geçersizliği tartışılıyordu. Bu süreçte lise eğitimi üç yıldan dört yıla çıkmıştı ve “onlar” bu yönetmeliğin geçersiz olduğunu ya da olması gerektiğini düşünüyor ve savunuyorlardı. Ama öyle ki, yönetmelik, öğrencilerin okula giriş şartlarını, sınıf geçme ve elenme konularını kapsıyordu. Eğitimin üç ya da dört yıl olması ile bir ilgisi yoktu. Nitekim Konservatuvar Müdürlüğü, ben o kurumdan ayrıldıktan sonra bile yıllarla aynı yönetmeliği uygulamaya devam etti. Bu arada Rektörlüğün Müdürlüğe yazarak talep ettiği bazı işlemler de hukuksal olarak mevcut yönetmeliklere ters düştüğü için bir idareci olarak talepleri yerine getirmemiştim.
Tarafıma yöneltilen diğer soruların da “hikâye” ve uydurma olduğu incelemeci tarafından bilindiği ya da anlaşıldığı için ve verdiğim yanıtlar incelemeciyi tatmin etmiş olacak ki üzerinde daha fazla durulmadı. Müdürlük görevine başladıktan sonra Konservatuvar Orkestrası ile ki Lisans Devresi henüz açıldığından çoğunluğu lise öğrencilerinden oluşuyordu, Side Antik Tiyatro’da Sezon Açılış Konseri ve Arykanda Antik Tiyatro’da Müzik Festivali Açılış Konseri de aralarında olmak üzere çok sayıda konser, eğitim konseri yapmış, öğrenciler sahne deneyimi edinmişti. Bu öğrenci orkestrası kurumdan ayrılmamdan önce Mozart’ın 40’ıncı ve Beethoven’in de 1’inci senfonilerini aynı konserde seslendirecek seviyeye varmıştı. Ama nasıl oluyorsa benim “Konservatuvar’ın statüsüne zarar verdiğim” iddia ediliyordu.
Bir başka iddia “jüri üyelerini tanıdığım için Konservatuvar’da yapılan sınavlara şaibe karıştırdığım”dı. Türkiye’de müzik alanının çok ismini tanıyan biri olarak, bunlarla birlikte yapılan sınavlara “şaibe” karıştırdığımın iddia edilmesi de diğerleri gibi anlamsız iddialardı. Kaldı ki, konservatuvarın kadrolu eğitim kadrosunun sınırlı olması nedeni ile gerek Devlet Senfoni Orkestrası’ndan ve gerekse de Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’ndan icracıları sınavlara davet ediyordum. Sınav jürileri geniş katılımlı oluyordu, tam da şaibe karışmadığının bir göstergesi olarak.
Suçlamaların kökeni
Ben belgelere dayalı olarak savunmamı yapmıştım ama esas soru bu suçlamaların nereden ortaya çıktığıydı. Bilgi Edinme Yasası çerçevesince yaptığım başvuruda bu sorunun yanıtı ortaya çıktı. Bütün bu suçlamaların kökeni bir dilekçe idi. İki buçuk sayfa uzunluğundaki ve 20.08.2008 tarihli dilekçede yukarıda bahsi geçen suçlamalar/iftiralar ve hatta hakaretler yer alıyordu. Bu dilekçe bir öğrenci velisine aitti. Pekiyi de bu veli ne için böyle bir dilekçe yazmıştı? Yorumları siz okurlara bırakacağım.
Sene sonu ve bütünleme
Bahsi geçen velinin kızı Lise 1’inci sınıfta öğrenciydi. Öğrenci birinci sınıfın sene sonu sınavlarında hem çalgısından hem de diğer meslek dersi olan Solfej’den başarısız olmuştu. Ama öğrenci işlerinin yaptığı bir hata sonucu Solfej dersinin yanı sıra henüz almamış olduğu bir teorik dersten de kalmış görünüyordu. Öğrencinin mağduriyetini önlemek adına esasen almadan kalmış göründüğü ders ile birlikte esasen 5 üzerinden 1 aldığı Solfej notu da 5’e yükseltilince öğrenci tek dersten (çalgı) bütünlemeye kalmıştı. Öğrenci, benim bulunmadığım ve 03.07.2008 tarihinde yapılan Not Yükseltme (Bütünleme) Sınavı’nda da başarısız olunca mevcut yönetmeliğe göre öğrencinin okul ile ilişiğini kesmek de müdür olarak bana kalmıştı. Bu sınavda Konservatuvar, Devlet Operası ve Devlet Senfoni Orkestrası’ndan alanın profesyoneli toplam altı kişi kurul olarak görev yapmıştı (bkz. aynı tarihli Kurul Değerlendirme Listesi). Öğrencinin okul ile ilişiği Temmuz ayının ortasında kesildi. Bu dönemde yeni rektör henüz göreve başlamamıştı ve eski idare de öğrenci velisinin kızını kurtarmak amacı ile yaptığı sözel ve yazılı saldırıları göğüslüyordu. Ama Ağustos ayında yeni rektörün atanmasını takiben ilişiği kesilen öğrenciye tekrar bir sınav hakkı tanınması hususunda Konservatuvar Müdürlüğü’ne bürokratik bir baskı yapılmaya başlandı (bkz. Akd. Ü. 3209-10115, 3169-10055, 3054-09682 sayılı yazılar).
“Burası Türkiye”
Müzik icracılığı alanına o zamana kadar otuz yılını vermiş bir müzisyen olarak, bahsi geçen öğrencinin başarılı olmadığı bir alanda devam etmesinin onun meslekî geleceği ve gelecekteki mutluluğu açısından ne kadar olumsuz olacağını müdür yardımcılarımla birlikte öğrencinin velisine çeşitli kereler sabırla anlatmaya çalıştık. Öğrencinin çalgısını çalanlar arasında son on altı (16) yılda, bizim hiç de beklemediğimiz kadar, on altı (16) kişinin istihdam edildiğini öğrenip veliye söyledik. Ondan duyduğumuz ise, “Sizin yaptığınız işi çöpçü de yapar” ve esas inci “Burası Türkiye, hocam sen ne diyorsun!” sözleri oldu.
Ama işin daha da üzücü tarafı öğrenci velisinin kısa vadede haklı çıkması oldu. Benim müdürlük makamından istifam öncesinde organize ettiğim şekilde öğrenci 5 ya da 6 Eylül tarihinde bir kere daha sınava alındı. Bana bu sınavda da bulunmadım. Ona Temmuz ayında kalır not veren hocalar, öğrenci büyük bir gelişme kaydetmiş olmalı ki, bu sefer geçer notlar verdiler! Öğrenci tekrar okula döndü. Aradan dört yıl geçti. Lise devresinden mezun oldu. Sonra Lisans programına kabul oldu. Sonra bitirmediyse de bitirmesi yakındır. Yani veli haklı çıktı. “Burası Türkiye” idi ve öğrencinin meslekî başarısı ya da daha doğrusu başarısızlığı bu alandan diploma almasına engel değildi, engel olmamıştı. Bir haber ajansında muhabir olarak çalışan ve durumdan çok memnun olan veli de sık sık üniversitenin haberlerini yapıyordu yerel gazetede. Sonraki dönemde bir sosyoloji alanından bir profesör benim çıkarıldığım yönetim kuruluna sokuldu. Yanlış anımsamıyorsam Rektör’ün amcaoğlu idi. Rektörlük seçimine girip bir kaç oy aldıktan sonra rektör yardımcılığı makamını kabul eden bir cerrah hoca da Konservatuvarda iki yıl vekâleten müdürlük yaptı. Yerel gazetede çıkan bir haber “Hiçbir başarı tesadüf değildir” diyerek bu grubun başarılarını muştuluyordu. Meğerse akademik açıdan kıvranan konservatuvarın öğrencileri cerrahlar ve sosyologlar sayesinde çalgı yarışmalarında ödül almaya başlamışlardı!
Benim istifam üzerine müdür vekilliğine atanan öğretim elemanı da, kendisini o üniversiteye iyi niyet ile kazandıran hocanın araştırması sonucu, yüksek lisans tezindeki intihalleri ve kaynağını satır satır belgeleyince oradan üç ay içinde ayrılmış ve kendini apar topar bir Türkî cumhuriyette bulmuştu. Üniversite ve YÖK’ün karşılıklı top oynadığı bu konuda üniversite içinde bir inceleme başlatılmış üç öğretim üyesi görevlendirilmişti. Bu üyelerin biri “intihal vardır”, bir diğeri “yoktur” demiş ve üçüncü üyenin de çekimser kalması üzerine inceleme sonuçsuz kalmıştı. Bu öğretim üyesi birkaç yıl sonra Türkiye’deki bir arkadaşını arayarak bir taşra üniversitesinde profesör olduğunu muştulayacaktı.
Soruşturma
Tekrar konservatuvara dönelim şimdi. Öğrencimiz tekrar Konservatuvara alınmış, yeni müdür vekili hızlı bir şekilde koltuğuna oturmuştu ama Rektörlük makamı henüz durumdan tatmin olmamıştı ki 30.10.2008/2360 sayılı yazı ile hakkımda bir soruşturma açıldığını öğrendim. Bu sefer konu “bütünleme sınavının Rektörlük Emriyle neden tekrarlandığı”; “bütünleme sınavı jürisinde kimlerin bulunduğu”; “jürinin yönetmeliklere uygunluğu” ile Rektörlük ile Konservatuvar Müdürlüğü arasında yazılmış ama bir türlü bulunamayan 612 sayılı yazı idi. Sonradan elime geçen soruşturma emrinde (15.10.2008/9584-12481 sayılı yazı) soruşturma konuları daha ağır bir dille yazılmıştı ama soruşturmacı bana yazdığı yazıda bunları daha yumuşak bir dille ifade etmişti. Yani Rektörlük kendi zorlamaları ile tekrarlanmış bir bütünleme sınavının neden tekrarlandığını soruyordu bana! 11.11.2008 tarihinde yaptığım savunmada tarafıma sorulan sorular ki hepsi belgelere dayalı konulardı, belgeleri ile soruşturmacıya açıkladım. Savunma öncesi geçen süreçte bahsi geçen yazışmaların temini ve tarafıma verilmesi için altı ayrı bilgi edinme dilekçesi verdim. Ne işse bazı yazıların Konservatuvar Müdürlüğü ya da Rektörlük tarafından bulunması zaman aldı ama sonuçta bulundu. Soruşturmacı ayrıca Akd. Üni. Öğrenci İşleri Daire Başkanı’nın da ifadesine başvurmuş, ondan da on beş (15) adet belge almıştı. Bu belgeler de benim yaptığım açıklama ve savunmayı doğrulayan belgelerdi. Bu soruşturma Akd. Üni. Rektörlüğünün 05.12.2008 tarih ve 11676 sayılı yazısı ile son buldu. Yazıda “bu soruşturma sonucunda ilgili Yönetmelik uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir” diyordu.
Soruşturma sonrası
Bu soruşturma furyası bahar aylarında da devam etti. Hakkımda dört ayrı soruşturma daha açıldı. Üç aylık müdür vekilinin bir Türkî cumhuriyete gitmesinden sonra onun ayrıldığı yere bir rektör yardımcısı gene vekâleten atandı ve bu makamda tam iki yıl kaldı. Bu rektör yardımcısı sadece üç katlı eski rektörlük lojman binasında var olmaya çalışan Konservatuvarın Lise ve Lisans Müzik ve Bale Bölümleri ile Yarı Zamanlı İlköğretim kısmına ek olarak Tiyatro ve Sanat ve Halk Müziği anabilim dallarını içeren Geleneksel Türk Müziği bölümlerinin açıldığını muştuladı. Ben, gerekli fizikî ve akademik altyapının bulunmadığı gerekçesi ile zaten konservatuvara yetmeyen bu binada açılmasına karşı çıkmıştım. Rektörlük bahçeye içinde bale stüdyolarının bulunduğu bir baraka yaptı ve bunu yeterli gördü. Belli ki onlar için Akdeniz Üniversitesi Yerleşkesi içine Akdeniz’in en büyük camii ile bir de futbol stadyumu yapmak daha önemliydi. Konservatuvarı kim takardı! Onlara göre Kervan yolda düzelir ya da düzülür’dü!
Kameralar
Aynı dönemde bu üç katlı lojman binası ve bahçesine 28 adet güvenlik kamerası konuldu. İlk müdür vekili ile birlikte okula getirilen konservatuvar sekreteri ki onu anlatmak için başka yazılar gerekir, yanında gezdirdiği ve ne iş yaptığını tam anlamadığımız bir görevli ile birlikte bu kamera görüntülerini her akşam hızlı sardırarak izlediklerini açık açık söylüyorlardı. Sonra da hocalara “sen Orhan Hoca ile ne çok görüşüyorsun” gibi imalı laflar ediyor, yazılı uyarılar üzerine Ağustos ayının başında, hocaları gün boyu okula getirip, hocalar bahçedeki çardakta toplandıklarında da “orada dört kişiden fazla toplanmayın” şeklinde uyarıyorlardı. Yani hocalar gündüz ısının 50 dereceye vardığı günlerde de okula gelip klimaları açıp odalarında oturmaya mecbur ediliyordu. Ben okulun geleceği ile ilgili kısa vadede bir umut ışığı görmediğim için oradan ayrıldım.
Hülle
Bu arada daha önce hiç duymadığım bir kavramla karşılaştım: Hülle. Burada sözlük tanımından farklı bir örnek ile karşı karşıyaydık. Konservatuvar Sekreterliğine getirilen memur iki yıllık ön lisans mezunu olduğu ve üniversite mezunu olmadığı için bu göreve asaleten atanamamış ve görevini vekâleten sürdürüyordu. Bir gün kendisinin Antalya ilçelerinden birinde belediye başkan yardımcılığına atandığı duyumu geldi. İşin ilginç tarafı sekreter bu dönemdeki belgelere imza atmadı ama aslen okuldan da hiç bir yere gitmedi. Aradan bir ay geçti. Bir baktık kendisini yüksekokul sekreterliğine asaleten atamışlar. Daha sonra daire başkanlığına kadar yükseldiğini de duyduk.
Sonuç
Aradan neredeyse sekiz yıl geçti. 07.05.2016 tarihli Hürriyet Gazetesi Akdeniz Eki’nin manşeti başlık dikkatimi çekti: “YOLUN SONU”. Gazetenin haberine göre Konservatuvar Sekreteri, Üniversite Rektörü ve tanımadığım bir kişi ile birlikte memuriyetten ihraç edilmişlerdi. Ne yapmışlardı da bu noktaya gelmişlerdi? Bilmiyorum ama Yolun Sonu’na gelmişlerdi. Bu arada Konservatuvar’da iki yıl müdür vekilliği yapan rektör yardımcısı da kendi yolunun sonuna gelmiş ve 2015 Eylül’ünde vefat etmişti. Şimdi ne olmuştu? Bütün bu durumlardan kim kârlı çıkmıştı? Atıldığı okula geri dönüp diploma alan öğrenci mi? Onun ailesi mi? Başarısızlığı belgeli bir öğrenciyi kurtarıp ona diploma veren kurum mu? Kanımca hiçbiri! Bahsi geçen bütün taraflar bu olaydan zarar görmüş, kurumun itibarı ciddi şekilde zedelenmiş, başarılı öğrenciler tek tek buradan ayrılmış ve kaybeden uzun vadede Konservatuvar olmuştur.
Değerli okurlar,
Bu örnek olay konservatuvarlarda yaşanan olayların ne ilkidir ne de sonuncusu. Benzeri olaylar yaşanmaya devam etmekte, birçok okul da, bizimki gibi icraya dayalı bir mesleki alanının diplomalarını, kanımca bu mesleği icra etmekten aciz öğrencilere vermeyi sürdürmektedirler. Bu işi yapamıyorsanız o diplomanın hiçbir anlamı ve değeri yoktur (askerlik dışında). O diploma ile kariyer gelmez. O diploma ile sınav kazanılmaz. Mezuniyet ortalaması kâğıt üzerinde önemli gibi görünür ama başka da pek bir önemi yoktur. Sahneye çıktığınız anda ne diplomanızın, ne mezuniyet ortalamanızın, ne de hangi okulda okuduğunuzun önemi kalır. Bu yüzdendir ki konservatuvarlara talep hızla azalmaktadır. Sayıları artmakla birlikte konservatuvarlar kanımca bir yok olma süreci yaşamaktadırlar. AÜADK Müdürlüğü yaptığım sırada bir öğrenci adayının velisi şöyle buyurmuştu: “Hocam bu heriften bir şey olacağı yok, bari konservatuvara girsin!”
Sağlıcakla kalın,
Not: Konumuz olan öğrenci velisini iftira ve hakaretten mahkemeye verdim. Üç yıl süren dava sonucunda veli beraat etti.
0 comments