
2017 yılının Ocak ayıydı. Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yüksek Lisans programına ilk öğrencilerini almak üzere sınav yaptık. Böyle bir müzikoloji programının açılmasını bekleyen ve o çevrede görev yapan birçok müzik öğretmeni de başvuru yapmıştı. Otuz kadar başvuru vardı. Sınavın sonunda jürideki üç öğretim üyesi olarak her birimiz üçer öğrenci belirledik. Kontenjanımız daha yüksek olmasına rağmen bireysel danışmanlık yapmak üzere yeterince öğretim üyesi bulunmadığı için yalnızca altı öğrenciyi bu programa kabul ettik. Benim seçtiğim öğrenciler arasında Şenay Aybüke de vardı. Alanında bilgiliydi. Yazdırdığımız kompozisyonda güzel fikirler ortaya sürmüş ve bunları bilimsel bir anlayış ile geliştirmişti.
Aybüke bundan henüz birkaç ay önce Batman’ın Kozluk ilçesinde bir ortaöğretim okuluna çiçeği burnunda bir müzik öğretmeni olarak atanmıştı. Konya Erbakan Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunuydu. Öğrencilerle ilk dersimde müzik tarihi ve kuramı bilgilerini kapsayan bir seviye belirleme testi yaptım. Bu testte ortaya çıkan eksiklik ve zayıflıklara göre dönem boyunca işleyeceğim konuları belirledim. Derslerde müzik tarihi, müzik kuramı ve müzikoloji alanından farklı konuları işliyordum. Yüksek lisansın dersleri ağırlıklı olarak bendeydi. Dersleri birleştirerek uzun dersler yapıyordum. Ne de olsa kendileri de öğretmenlik yapan, hevesli, ilgili ve meraklı yetişkinler vardı karşımda. Bu sınıfın en genci henüz yirmi iki yaşındaki Aybüke idi. Ona Şenay dediğimde bu ismi hiç sevmediğini öğrenmiştim. Balıkesirliydi. Güler yüzlü bir gençti. Rengârenk Dr. Martens botlar giymeyi seviyordu. Derslerde elinde cep telefonu ile gördüğüm zaman onu uyarıyordum. O da bana sevimli bir tavırla “Hocam ben hâlâ bir çocuğum, telefona bakmadan edemiyorum” diye yanıt veriyordu. Gerçekten de öğrenciler arasında en çocuksu olanı, o çocuksu enerji ile gözleri parlayan tek öğrenciydi belki de.
Aybüke ile yalnızca bir dönem çalışabildik. 2017 yılının Haziran ayında Batman’ın ortasında başıboş bir kurşun onu henüz yirmi iki yaşında aldı götürdü aramızdan, sevenlerinden ve ailesinden. Ailesinin hissettiklerini ve hâlâ da hissetmeye devam ettikleri acıyı tahmin bile edemiyorum. Ben de dâhil herkes kısa bir ağıt yaktık ve ondan sonra yaşam, Aybükesiz bir yaşam devam etmeye başladı. Ne yazık ki sınıfça birlikte bir hatıra fotoğrafı bile çektirememiştik. Aybüke ile birlikte bir tek fotoğrafım kaldı geriye bana ondan hatıra. 2017 Mart ayında Aybüke’nin okuluna öğrencilerine sunum yapmak için gittiğimde bana ev sahipliği yapan Kaymakam Bey ve diğer görevliler ile birlikte çekilmiş bir fotoğraf. Aybüke gençliğinin ve belki de erkek egemen toplumun verdiği çekingenlik ile oturduğumuz sıranın ucuna doğru oturmuştu.
Aybüke Öğretmen ve gene yakın tarihlerde katledilen Necmettin Öğretmen PKK’nın katlettiği 150’ye yakın öğretmenizin isimlerinin bulunduğu listeye bir numara olarak girdiler. 150 öğretmen, YÜZ ELLİ! Bunun hesabını kim verecek? Böyle bir hesap verilebilir mi? Sorumluları bulunsa ne değişir? Giden gitti. Ne uğruna gitti? Memleketimizin çocuklarını eğitmek, onları cehaletin, terörizmin elinden kurtarmak, daha mutlu yaşamlara gözlerini açmak, ufuklarını genişletmek, yaşadıkları topraklara yararlı birer insan olabilmeleri uğruna gittiler onlar. Ama giden geri gelmiyor. Hesap sorulsa da bir şey değişmiyor. Aklımız alıyor ama yüreklerimiz almıyor. Onlar artık yoklar ve geri gelmeyecekler. Bu gerçeği hiçbir şey değiştirmeyecek. Sözler boş ve anlamsız. Yaşam boş ve anlamsız.
Söyleyecek söz bulamıyorum Aybüke. Dilerim buradan çok daha iyi bir yerdesindir.
İnsanın yüreğini acıtıyor.
Bilmiyordum tanıdığını; zaten fidan gibi diye üzülmüştük, bir kez daha üzüldük. Rahmetle.